Gilgamesh Destanı

 Gilgamesh, sarayın Fırat Nehri’ne bakan bölümünde oturmuş, nehrin sakin sakin akan sularını, salına salına gidip gelen tekneleri,yelkenlileri izliyor ve düşünüyordu. Omuzlarına kadar inmiş siyah saçları, kır düşmeye başlamış sakalı ve bıyığının süslediğiyüzü, deri elbisesinden açık kalan kol ve bacaklarının adaleleri, uzun boyu, iri gövdesi ile çok yakışıklı ve çok güçlü görünüyordu.Halkı, kendilerinden çok üstün ve farklı buldukları için onu Tanrısal bir varlık olarak görüyor ve vücudunun üçte ikisinin Tanrı,üçte birinin de insan olduğuna inanıyordu. O da annesinin Tanrıça Ninsun, babasının da, kendisinden bir önceki Kral Banda olduğunu söylüyordu.
 
Gilgamesh’ın Uruk şehrinin kralı oluşu hakkında garip bir öykü vardı.Dedesi, Banda’dan önce Uruk Kralı olan Enmerkar’mış. Bir gün bir falcı, Kral’a kızının bir oğlu olacağını ve büyüdüğünde kendisini öldürerek krallığı elinden alacağını söylemiş.Bunun üzerine Kral, kızını bir kuleye kapatmış ve dışarı çıkmasını önlemek için yanına bir bekçi koymuş. Bu kadar önleme rağmen, kız yine hamile kalmış ve bir oğlu olmuş. Bekçi çocuğu görünce öldürülmek korkusuyla kuleden aşağı atmış. O sırada kulenin altında uçan bir kartal çocuğu yakalayıp bir hurma bahçesinin kenarına bırakmış. Kartalı gören bir bahçıvan ne olduğunu anlamak için oraya gelince güzel bebeği görmüş ve alıp evine götürmüş. Karısı ile birlikte, Herşeyi Gören Ve Bilen anlamına adını Gilgamesh koymuşlar. Çocuk büyüyünce bahçıvan ve ailesinin yanından ayrılıp şehir şehir dolaşmaya başlamış. O sırada okumayı yazmayı öğrenmiş, bir çok bilgi edinmiş ve akıl soranlara akıl, yol soranlara yol göstermiş.